Twitter
RSS

TÜRKİYE SOLU: AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI 1

Kendine sosyalist diyenlerden başlayıp sosyal demokratlara hatta sol liberallere kadar uzanan geniş bir yelpaze olarak önümüzde duruyor Türkiye solu. Bu köşe de yapmayı deneyeceğim şeylerden biri, bu geniş yelpazenin hangi düzeylerde sadeleşebileceği ve buradan çıkabilecek siyasi ittifak olanaklarını tartışmaya açmak olacak.

Bu farklı yelpazenin siyasi ve iktisadi görünümlerini ayrı ayrı ele almakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bunun nedeni siyasi önermeler ile iktisadi önermelerin her zaman birbiri ile örtüşen bir görünüm sunmamaları, eklektik bir yapı sergilemeleri. Örneğin iktisadi yapı olarak sosyalist önermelerde bulunan bir görüşün, siyasi düzlemde diktatörlük kurmaya kalkışması gibi.

Sol yelpazenin iktisadi görünümünü ortaya koyabilmek için mevcut iktisat ekollerini ana hatları ile ele almakta fayda vardır.

İktisat teorisinde yerleşik üç ekolden bahsedebiliriz. Liberal iktisatçılar-Keynesyenler-Sosyalistler. Liberal iktisatçıların temel argümanları şöyle özetlenebilir: Kapitalist ekonomiler serbest piyasa koşulları içerisinde kendi dengelerini bulup, işleyişlerini sürdürebilirler. Bu denge kendiliğinden otomatik olarak piyasanın içerisinde oluşur. Eğer denge bozulmuş ise bunun nedeni piyasaya yapılan müdahalelerdir. Bütün metaların fiyatları,- emek gücü de dahil olmak üzere- piyasa mekanizmaları içerisinde belirlenmelidir.

İkinci grupta yer alanlar liberallerin görüşlerine katılmayan ve müdahaleyi savunan burjuva iktisatçıları kapitalizmin erken dönemlerinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin 1819’da Sismondi, tüketim gücünün üretim gücüne paralel olarak büyüyemeyebileceğini savunmuştur. Üretimin yatırımların etkisi ile artması durumunda, yetersiz tüketimin doğmasının, gelirin toplumsal sınıflar arasında dağılma biçiminden kaynaklandığı tespitini yapmıştır. Bu tespite uygun olarak kapitalizmin temel hastalıklarından biri olan aşırı birikimi emecek mekanizmaların piyasanın dışında , talep yaratıcı düzenlemeler, sosyal devlet, vergilendirme, grevli toplu sözleşmeli pazarlık düzeni gibi müdahaleler ile oluşturulması ve tam istihdamın müdahaleler yolu ile gerçekleştirilmesi Keynes’in sistematik hale getirdiği iktisat teorisi ile mümkün olmuştur. Paranın değerinin serbest piyasada belirlenmemesi ve para hareketlerinin kontrolü, yatırımların önünü açacak ve istihdamı artıracak temel önlemlerden biri olarak görülmüştür.

Üçüncü kategoride yer alan Marxistlere göre ise, malların üreticilerce tüketilmesi için değil, satılmak için üretilmesi dengesizliklere yol açmıştır. Burada tanımlanan ekonomik sistemin çelişkisi , üretimin toplumsal niteliği ile, üretim araçlarının mülkiyetinin ve ekonomik kararların özel niteliği arasındadır. Sorunun kendisi , üreticiler ile tüketicilerin iyiden iyiye ayrı oldukları, üreticilerin çoğunluğunun ürettiklerine denk miktarda mal tüketemedikleri, aksine, kendilerini istihdam eden kapitalistlere artık değer sağlamaları noktasındadır.

Kaba bir tanımla , liberal iktisatçılar kapitalist sistemin krizlerinin piyasanın kendi iç işleyişine müdahale olmadığında ortaya çıkmayacağını, Keynesyenler kapitalizmin işleyişinin piyasa koşullarına terk edilmesi ile hastalıklı bir yapının oluşacağını ve bu yapıya müdahale ve tedavi gerektiğini, bunun da sistemin temel taşını oluşturan sınıf ilişkilerinin köklü dönüşümü gerçekleşmeden mümkün olabileceğini , Marxistler ise, sistemin kökten değişimini; üretim araçlarının mülkiyetinin ve ekonomik kararların alınış biçiminin nitel dönüşüme uğraması gerektiğini, ancak o zaman üretici güçlerin de özgürce gelişeceğini söylemişlerdir.

Türkiye’de liberal ve sosyalist kanadın ne dediğine dair az çok bir fikir edinmemiz mümkünken, sosyal demokrat bir siyasete temel teşkil edecek iktisat modeline dair kafalar daha da karışıktır. Örneğin Keynesyen politikalar ile sosyal demokrat siyaset arasında bağ yeterince kurulmamaktadır. İçinde bulunduğumuz döneme damgasını vuran neo-liberal görüş bir hegemonya yaratmıştır ve mevcut realiteyi tek geçerli doğru sayan zihniyetler gerek akademide gerekse politik arenada yaygınlık kazanmıştır. Neo-liberal politikalardaki tıkanmaların yapısal özelliğinin farkına varmış bilim insanları, tarihin karanlığına atılmak istenen Keynes’yen görüşe sahip çıkmakta ve bugünden yarına başka bir dünya mümkün söyleminin teorik alt yapısını kurmaya çalışmaktadırlar.

Sosyalistlerin bir kısmının Keynesyen dönemi değerlendirirken liberaller ile aynı görüşleri paylaşmaları ise ilginç bir görünüm sunmaktadır. Her iki kesimden şöyle ortak sesler yükselebilmektedir: “Kapitalizm en iyi gelişeceği sermaye birikimini en uygun biçimde sürdüreceği sistem liberal iktisat politikalarıdır. Keynesyen dönem kapitalizmin özüne aykırıdır. 1950 sonrası “altın çağlar” istisnai süreçlerdir. 1970’lerin krizi ile kapitalizm özüne rücu etmiştir. Sosyal devlet, sosyal haklar, tam istihdam gibi konular kapitalizm sınırları içerisinde birer hayalden ibarettir.”

Bu önermelerin siyasi sonuçları ise sola iki seçenek bırakmaktadır. Ya sosyalizm ya liberalizm. Sosyal demokrat siyaset ise ancak sol liberalizm kapsamındaki alan içerisinde dönüp durmalıdır.

Bu tahliller Türkiye solunda ciddi bir tıkanmaya ve politikasızlığa sebebiyet vermektedirler.. Top yekun bir düzenekte kapitalizme karşı çıkacak bir siyasetin gelişebileceği iktisadi, siyasi, sosyal koşullar olmadığında, bugünden yarına oluşturulacak siyaset açısından bir kısır döngü yaratılmaktadır.

Bana göre ise tam da liberal iktisat politikaları kapitalizmi batağa sürüklemektedir. Kapitalizm, sermaye birikim süreçlerini, liberal politikalar kapsamında çok yetersiz düzeyde hayata geçirebilmektedir. Keynesyen politikalar kapitalizmin krizlerini yönetebileceği ve iktisadi olarak gelişiminin önünü açabileceği koşulları sunmaktadır.

Böyle bir önermenin sosyalistler açısından ne gibi sonuçlar doğuracağını bir sonraki yazıda tartışmak üzere …

02.10.2006

Comments (0)

Yorum Gönder